Aziz Mü’minler! Muhterem Cemaat!
Bir gün bir sahabî Rasûlüllah‘a (s.a.s.) gelerek; “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir ameli haber verir misin?“ diye sordu. Peygamberimiz (s.a.s.); “Allah’a ibadet et ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma, namazını dosdoğru kıl, zekâtını ver ve yakınlarını ziyaret et.“ cevabını verdi. Adam uzaklaşmaya başlayınca Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Emr olunduğu şeyleri yaparsa cennete girer.”[1]
Değerli Mü’minler!
İslâm, sosyal bir dindir ve insanlar arası ilişkilere çok önem verir. Özellikle en yakından başlayarak; anne ve babanın ve sırayla diğer akrabanın ziyaret edilip gözetilmesi prensibini son derece önemli görür. Tarihimize ve köklü medeniyetimize baktığımız zaman da, akrabalık bağlarını korumanın ve yaşatmanın en büyük değerlerimizden biri olduğunu görürüz.
Sıla-i rahim, yani akrabalık bağlarını koruma ve yaşatma, inancımızın sosyal hayatımıza yansıyan en önemli değerlerden bir tanesidir. Nitekim Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”[2] Sevgili Peygamberimiz de bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa akraba ile irtibatını sürdürsün.”[3]
Kardeşlerim!
Üzüntülerin paylaşıldıkça hafiflediğini, sevinçlerin de paylaşıldıkça çoğaldığını hepimiz biliyoruz. Ancak ne yazık ki, günümüzde nice anne-baba ve akraba hal-hatırlarını soracak, dertlerini paylaşacak bir dost, evlat ve yakın yolu gözlemektedir. Şurası bir gerçektir ki, gün geçtikçe yalnızlaşıyoruz. Gerek akrabamız, gerekse diğer insanlarla ilişkilerimiz giderek daha da zayıflıyor. Kendimiz dışındaki insanları ve problemlerini gün geçtikçe daha da umursamaz hale geliyor; sevincimizi, üzüntümüzü, varlığımızı ve yokluğumuzu bireysel olarak yaşamaya doğru hızla ilerliyoruz. Ahlâkımız, ticaretimiz, sanatımız, dinlenme ve eğlence kültürümüz, insanî ilişkilerimiz gittikçe yozlaşıyor. Kentlere doğru yaklaştıkça akraba ilişkilerinin zayıfladığını, hatta kaybolma noktasına geldiğini görüyoruz. Bunun en önemli sebebi, herhalde, modern dünyanın dayattığı yeni hayat tarzı ve kendi değerlerimizden uzaklaşmamız gelmektedir. Oysa dinimiz, bir taraftan akraba ilişkilerini mümkün mertebe kuvvetlendirmemizi, diğer taraftan muhtaç konumda olanları ise koruyup kollamamızı emretmektedir.
Değerli Mü’minler!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) akrabalık bağlarını koruyup gözetenleri Cenab-ı Hakk’ın şöyle müjdelediğini haber vermektedir: “Akraba ve dostlarıyla irtibatını kesmeyenlere ve Ben’im için birbirlerini ziyaret edenlere benim de muhabbetim hak olmuştur.”[4] Diğer yandan akrabalık bağlarını ihmal edenlerle ilgili ise Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz’den şu uyarıyı duyuyoruz: “Hayırlar içerisinde sevabı en çabuk olanı, iyilik yapmak ve akraba ziyaretinde bulunmaktır. Kötülükler içerisinde cezası en çabuk olanı ise, zulmetmek ve akrabayla alakayı kesmektir.”[5] Her iki hadis-i şeriften anlıyoruz ki, Allah’ın rızasını gaye edinmiş biz Rahman’ın kulları için hiçbir mazeret, akrabalarla ilgimizi kesmemiz için gerekçe olamayacaktır.
Öyleyse:
İçinde bulunduğumuz şu tatil günlerinde geliniz, mutluluğu beş yıldızlı otel odalarında, alış-veriş merkezlerinde veya internet ortamlarında aramayalım. Gerçek mutluluğun, ayakları altında cennet olan anaların, cennetin orta kapısı olan babaların yanında olduğunu unutmayalım ve bütün yakınlarımızı gönülden kucaklayalım. Kısacası sıla‑i rahimde bulunalım. Yüce Rabbimizin şu kutsi hadisteki uyarılarını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım: “Ben Rahman’ım. Akrabalığı ben var ettim. İsimlerimden birini ona verdim. Yakınlarıyla ilgilenip akrabalığın hakkını verene lütufta bulunurum. Akrabasıyla ilişkisini kesenden ben de ilişkimi ve rahmetimi keserim.”[6]
DİTİB Hutbe Komisyonu
[1] Müslim, Îman, 5/2.
[2] Nisâ, 4/36.
[3] Buhârî, Edeb, 85.
[4] Ahmed b. Hanbel, V/229.
[5] İbn Mâce, Zühd, 23.
[6] Ebû Dâvûd, Zekât, 45.