Aziz Mü’minler!
Mevcut bilgilerimize göre, halen dünya üzerinde 8 milyara yakın insan yaşıyor. Bizden önce de milyarlarca insanın yaşayıp dünyamızı terk ettiğini hepimiz biliyoruz. Tarihin her döneminde insanlığın karşı karşıya kaldığı büyük sorunları olmuştur. Bitmek bilmeyen savaşlar, salgın hastalıklar, fakirlik ve yoksulluk tarih boyunca insanlığın boğuştuğu en büyük sorun alanları olmuştur. Sanayi ve teknoloji devrimi, ürettiği makine ve teknoloji ile insan yaşamını kolaylaştırırken; savaş, salgın, açlık ve yoksulluğu insanlığın gündeminden çıkarmaya ise maalesef muvaffak olamamıştır.
Bilgi ve teknolojinin insana sağladığı faydanın elbette farkındayız ve bunu asla küçümseyemeyiz. Ancak insanlığın karşı karşıya olduğu yeni sorun alanlarına da gözlerimizi kapayamayız.
Peki, sizce günümüz insanının en önemli sorunu nedir? Bu soruya, herkesin birbirine oldukça yakın cevap verebileceği kanaatindeyim. Modern insanın en önemli sorununun; bunalım, aşırı stres ve depresyon olduğunda muhtemelen hepimiz hemfikiriz. Yazarlar, bilim adamları bunalım ve depresyondan nasıl korunabileceğimizi anlatan kitaplar yazıyor; televizyonlar ve sosyal medya bu soruna cevap veren binlerce programlarla dolu. İlaç endüstrisi neredeyse her gün tüketime sundukları yeni ilaçlarla insanların karşısına çıkıyor. Cinciler, üfürükçüler, astrologlar, falcılar, medyumlar ve daha niceleri bu pastadan kendilerine göre pay kapma savaşı veriyor. Uyuşturucu, alkol, kumar, fuhuş ve sanal dünya ise karanlık ağzını açmış,; bunalmış ve arayış içindeki insanı yutmaya çalışıyor.
Makine çarkları ve beton duvarlar arasında sıkışıp kalmış insan ise kendisine her söylenene inanarak derdine çare bulmaya çalışıyor. Kimi zaman bir kitapta şifasını arıyor, kimi zaman avuçlar dolusu ilacı kursağına boca ederek dertlerinden kurtulmanın arayışında, kimi zaman da ihtiraslı, hilekar, istismarcı bezirganların ağında debeleniyor. Canının derdine düşmüş insan, hemcinsi vahşi yırtıcıların insafına terk edilmiş durumda..
Kardeşlerim!
İnsan, yaşamı boyunca daima iki farklı sese muhatap olur. Seslerden biri, insana yalancı cennetler vadeder. O ses şeytanın sesidir ve Hazreti Adem’e yaklaştığı gibi, yaklaşır insana: İnsanı, ıstırap ve dertlerinden kurtaracağını vadeder. Mutluluğunun, huzur ve saadetinin peşinde koşan insan ise ona inanır ve böylece dert ve ıstıraplarından kurtulmak amacıyla telkinlerine boyun eğdiği şeytanın ağına düşer. Mutlu olamadığı, ıstırap ve sıkıntılarından kurtulamadığı gibi, şeytan, onu öncekinden daha büyük, daha karmaşık sorun ve problemlerinin içinde yapayalnız bırakır.
İçimizdeki diğer ses ise insana çok düşkün olan Rabbimiz Rahman’ın sesidir. Yarattığı kulunun ihtiyaçlarını, zaaf ve potansiyelini en iyi bilen Rabbimiz, insana huzur ve saadetin yolunu da göstermiştir. Nasıl bir çocuk için anne kucağı sığınılacak en emin limansa, insanın huzur ve saadetinin gerçek adresi de Allah’tır. “Kalpler ancak Allah’ı anarak huzura kavuşabilir.”[1] ayeti de bu gerçeğe işaret eder. Hazreti Peygamber’in Bilal’e “Hadi kalk Bilal ve bizi huzura davet eden ezanı oku!”[2] sözleri de dinginliğin yani huzur ve sekinetin gerçekte nerede aranması gerektiğini gösterir bize.
Hutbemizi Cenab-ı Hakk’ın Bakara suresinin 186’ncı ayetinde yer alan şu çağrısıyla bitirelim: “(Ey peygamber!) Kullarım beni soracak olurlarsa (onlara de ki:) Şüphesiz ben (onlara) çok yakınım. Dua edenin yakarışına hemen karşılık veririm. Öyleyse onlar da bana güvensinler ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulabilsinler.”
DİTİB Hutbe Komisyonu