Muhterem Müslümanlar!
İnsanın varlığına anlam katan ve onu diğer yaratılmışlardan farklı kılan en önemli özelliklerinden biri hiç kuşkusuz vicdan sahibi olmasıdır. Vicdan, Cenab-ı Hakk’ın özümüze yerleştirdiği en seçkin vasıflarımızdan biridir. Vicdan, bizlere iyiyi ve kötüyü ayırt etme gücünü verir. Vicdan, kötülük işlemekten üzüntü duymamızı, iyilik etmekten de sevinç ve mutluluk duymamızı sağlar. Niyet ve eylemlerimiz üzerinde en fazla etkili olan duygu, vicdan duygusudur. Çünkü vicdan, insanın içine kurduğu bir adalet ve hakkaniyet terazisidir. Vicdan, bireysel veya toplumsal tutum ve davranışları eğip bükmeden, hiçbir çifte standarta tabii tutmadan değerlendirip adalet ve hakkaniyetle hüküm vermemizi sağlayan büyük bir güçtür. Onun bu gücü, elbette ki selîm fıtrat, dinî ve ahlakî değerlerle beslenmesinden gelmektedir.
Aziz Kardeşlerim!
Kurân-ı Kerîm ve hadislerde vicdan kavramı kalp kavramı ile karşılık bulmaktadır. Nitekim bir ayet-i kerimede nihaî kurtuluşa erebilmenin ancak tertemiz bir kalbe sahip olmakla mümkün olabileceği ifade edilmektedir. Çünkü kalb-i selîm[1], her türlü sorumluluğu yerine getirmenin huzurunu taşıyan vicdan olarak tarif edilmektedir. Yine bir ayet-i kerimede geçen gâlizu’l-kalb[2] ifadesi de vicdanî yoksunluğu ifade etmektedir.
Kıymeti Mü’minler!
İnsan, vicdanını kaybederse kalpsiz bir makinaya dönüşür. Vicdanın olmadığı yerde merhamet barınamaz. Vicdanımızın sesi kısıldığında, dünyada adaletsizlik ve zulmün artması kaçınılmazdır. Vicdanının sesini duyamayan; mazlumun gökleri bulan, arş- âlâyı titreten feryadını işitebilir mi? Unutmayalım: Duyamıyorsak mazlumun sesini; vicdanımızın sesini bastırmamızdandır. Tok yatabiliyorsak komşumuz aç iken; vicdanımız köreldiğindendir. Bir yetimin gönlünde yeşermiş bir gonca gül olamıyorsak, hakkı tutup kaldırmak yerine haksızlığa boyun eğmeyi tercih edebiliyorsak; vicdanımızın sesine kulak vermediğimizdendir.
Aziz Mü’minler!
Bugün yeryüzünün vicdan sahibi sakinleri olarak büyük bir imtihan içerisindeyiz. Geriye sadece mazlum ve mahzun insanların kaldığı savaşlar, göçler, susuzluk ve açlıktan hayatını kaybeden çocuklar, Allah’ın topluma emaneti yetimler insanlık için büyük bir vicdan imtihanıdır. Biz müminler olarak bu kardeşlerimizle aynı cennete talip olduğumuzu unutmayalım. Dinî ve ahlakî sorumluluklarımızı ertelemenin vicdanlarımızı yaraladığını bilelim. Hissedebilen, başkasının derdiyle dertlenip onun gözyaşını silebilen, hüküm vermeden önce dinleyebilen, zarar vermekten kaçınan vicdanlara ihtiyacımız olduğunu hatırlayalım. Ellerimizi vicdanlarımıza koyup “Gerçekten vicdanen rahat mıyım?” diyerek her daim kendimizi muhasebe edelim.
Hutbeme son verirken, önümüzdeki Pazartesi günü idrak edeceğimiz Âşûrâ gününüzü tebrik ediyorum ve Cenab-ı Mevlâ’dan cümlemizi Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde sağlık ve afiyet dolu daha nice yıllara eriştirmesini niyaz ediyorum.
“Allah’ım! Bizleri iyilik yaptığı zaman sevinç duyanlardan, kötülük yaptığı zaman üzüntü duyup bağışlanma dileyen kullarından eyle!”[3]
DİTİB Hutbe Komisyonu