Aziz Mü’minler!
Allah Resûlü (s.a.s.) bazı ihtiyaçlarını temin etmek için zaman zaman Medine pazarına gider, bu vesileyle gelip gidenlerden ve alınıp satılanlardan da haberdar olurdu. Yine bir gün pazarda dolaşırken bir buğday yığını dikkatini çekti. Hububatı satan adamın yanına gelerek buğday yığınına elini daldırdı. Ancak buğdayın altı göründüğü gibi çıkmamış, Efendimiz’in parmakları ıslanmıştı. Satıcıya ıslaklığın sebebini sorduğunda, yağmurdan kaynaklandığı cevabını aldı. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Öyleyse insanların görmeleri için ıslak olan kısmı üste koyman gerekmez miydi?”[1] diyerek ticaret ahlâkına dikkatleri çekti. Anlaşılan o ki, satıcı kuru ve ıslak olan buğdayı ayırmadan satışa sunmak suretiyle insanları aldatmaktaydı. İnsanları aldatmak ise, Peygamberimiz’in sünnetinden ve yolundan uzaklaşmak demekti: “Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir!”[2] buyurdular.
Değerli Müminler!
Uzunca bir süre kendisi de ticaretle uğraştığından alım satımın bütün inceliklerini bilen Kutlu Nebî, toplumda kardeşlik bağlarını zayıflatan ve güven duygusunu sarsan aldatma ihtimalini ortadan kaldıracak önlemler almıştır. Bu yüzden alışveriş sırasında satıcı ve alıcının, satılan mal ve ona verilecek bedelle ilgili tüm detayları açıklamalarını şart koşmuş, hatta bunu alışverişin bereketi olarak görmüştür.[3] Müslümanlara sık sık birbirlerinin kardeşi olduklarını hatırlatmış,[4] bir müslümanın, malında bir kusur bulunduğu takdirde bunu açıklamadan satmasının haram olduğunu söylemiştir.[5] Bizzat kendisi, yaptığı alışverişe dair bir belgeye, satılan şeyde herhangi bir kusur bulunmadığı kaydını düşmüştür.[6] Böylece o, insanların, başta gıda, giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçları olmak üzere, hayatlarını sürdürebilmek için gerek duyduğu her şeyi alıp satarken dürüst ve samimi olmalarını temin edecek bir ortam oluşturmayı amaçlamıştır. Mesela, bazı kişilerin sağmal hayvanlarını satmak istediklerinde sütü bol görünmesi için birkaç gün sağmadan bekletmelerini “aldatma” olarak nitelemiş ve bu davranışın hiçbir müslüman için helâl olmadığını ifade etmiştir.[7] Bununla birlikte hayvan alan bir kimsenin üç gün içinde sağdığı sütün değerini vermek şartıyla onu iade edebileceğini belirterek,[8] aldatmanın ve aldatılmanın önünü kapatmıştır.
Yine Allah Resûlü, bir mümine zarar verenin, onu aldatanın Allah’ın rahmetinden uzak kalacağını bildirmiş,[9] aldatanların, şefaatinden mahrum kalacakları uyarısında bulunmuştu.[10] Hatta malını satmak için çokça yemin edenlerin[11] ve malındaki kusuru açıklamadan satan kimselerin Allah’ın gazabına uğrayacaklarını ve melekler tarafından lânetleneceklerini haber vermişti.[12]
Söz konusu aldanma ve aldatma olunca Efendimiz’in göstermiş olduğu tepkiyi görüyoruz değil mi, değerli mü’minler!
Ölçü ve tartı konusunda tam bir keyfîliğin hüküm sürdüğü câhiliye toplumunda insanlar, kendileri bir şey satın alırken ölçü ve tartıyı tam tutuyor, başkalarına satarken eksik yapıyorlardı. Bakınız, aldatmanın Cenab-ı Hakk katındaki ikazına işaret olarak, “ölçü ve tartıda hile yapanlar” anlamına gelen Mutaffifîn sûresinde nasıl uyarılmaktayız: “Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler. Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler (eksiltirler). Onlar, o büyük gün için -insanların âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacakları gün için- diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?”[13] Cenabı-ı Hakk’ın uyarısına muhatap olan sahâbîler, bu ayetlerin nazil olmasından sonra ölçü ve tartıda çok daha hassas davranmaya başlamışlardı.
Bütün bu ayet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlıyoruz ki, ne aldanan olacağız ne de aldatan. Nimetlerin helalinden ve temiz olanlarından istifâde edip Allah’a olan şükrümüzü yerine getireceğiz.
DİTİB Hutbe Komisyonu
[1] Müslim, İman, 164.
[2] Dârimî, Büyû’, 10.
[3] Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 51.
[4] Buhârî, Edeb, 57.
[5] İbn Mâce, Ticâret, 45.
[6] Buhârî, Büyû’, 19.
[7] İbn Mâce, Ticâret, 42.
[8] Buhârî, Büyû’, 64.
[9] Tirmizî, Birr, 27.
[10] Tirmizî, Menâkıb, 69.
[11] Nesâî, Zekât, 77.
[12] İbn Mâce, Ticâret, 45.
[13] Mutaffifîn , 1-6.