Muhterem Mü’minler!
Vaktiyle bir derviş arkadaşlarıyla şehrin sokaklarında gezinirken, kerpiçten yapılmış bir evin neredeyse yıkılmak üzere bir tarafa doğru eğildiğini görür. Bunun üzerine durur ve çevresindekilere şöyle der: “İşte görüyorsunuz, bu ev, eğimli olduğu tarafa yıkılacaktır. İnsan da böyledir. Eğilimleri neyse insanın, yıkılışı da o tarafa olur.”
Kardeşlerim!
Doğumla başlayıp ölümle son bulan hayat yolculuğumuz pek çok sıkıntı ve meşakkatlerle doludur. Beled Suresi’nde “Biz insanı gerçekten sıkıntı ve meşakkatlerle dolu bir hayata gönderdik.”[1] buyurularak bu gerçeğe işaret edilir. Elbette burada, insanın geçim ve ekmeğini kazanma mücadelesinden daha çok, doğruluk ve istikamet yolunda karşılaşılabileceği sıkıntı ve meşakkatler kastedilmektedir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de yakın arkadaşı Ebû Zerr’i hayatın zorluklarına karşı şöyle uyarıyordu: “Ey Ebû Zerr, yolculuğunu sürdüreceğin gemini sağlam ve dayanaklı tut. Çünkü denizler gerçekten derin ve tehlikelerle doludur.”[2]
Evet kardeşlerim, yolculuğumuz gerçekten zor ve tehlikelerle doludur. Bitmek bilmeyen ihtiraslarımız, kural tanımayan tutkularımız, başkalarının dert ve ıstıraplarına duyarsız bencil tabiatımız hayat yolculuğumuzu doğruluk ve istikamet üzere sürdürmemizi engelleyebilecek en önemli düşmanlarımızdır. Ve tabii, bu yalancı, bencil ve ihtiraslı tabiatımızı istismar edecek şeytan da apaçık düşmanımız olarak pusuda beklemektedir.
Değerli Mü’minler!
Yüce Kur’an insanın hem iyiliğe hem de kötülüğe müsait bir tabiatta yaratıldığını ifade eder.[3] Bakınız kardeşlerim! Ormanda dalı budağı ve bütün ihtişamıyla göğe doğru uzanan bir ağacın kaderiyle bir insanın kaderi aslında aynıdır. Ağaç ya yontulup güzel, yarayışlı bir amaca hizmet edecek ya da bir oduna dönüştürülerek yok edilecektir. İnsana düşen de bir yandan kötülüğe müsait tabiatını terbiye etmek diğer yandan da yapısında var olan güzellikleri ortaya çıkararak hak, hakikat, iyilik ve güzelliğin öncüsü olmaya çalışmaktır.
Kardeşlerim!
İnsanın en önemli görevi işte budur. Yani kendisini tanıması, zaaf ve kabiliyetlerinin farkına varmasıdır. Zira herkesin imtihanı farklı farklıdır. Kimi insanın tutkusu mal ve mülktür. Böyleleri bilmelidir ki, en büyük imtihanları bu alanda olacaktır. şeytan onları bu zayıf noktalarından yakalayacak, rüşvet, irtikap, kumar, haram yoldan kazanmayı güzel göstererek onları felakete sürüklemeye çalışacaktır. Kimi insanlar makam ve şöhrete meftundurlar. Onlar da daha çok bu eğilimleri üzerinden imtihan edilecek; bu eğilimlerini terbiye etmedikleri takdirde o taraftan yıkıma uğrayacaklardır. Kimi insanlar için de en büyük zaaf noktası şehvetleridir. Allah’ın helal sınırlarının dışına çıkarak kendilerine huzur ve saadet arayanlar da bu zaaflarıyla imtihan edilecek ve doğal olarak bu zaafları onlar için büyük bir yıkım ve hüsran vesilesi olacaktır. “Kendini bilen Rabbini bilir.” sözü de aslında işte bu gerçeğe işaret eder. İnsanın kulluk yürüyüşü, ancak kendi imkan, kabiliyet ve zaaflarının farkında olmasıyla mümkündür.
Bu itibarla, kendine yabacılaşmış, izzet ve saygınlığını korumaktan aciz, yüksek gaye ve amaçlardan uzak, arzu ve heveslerine kapılıp gitmiş bir kimsenin ne insanlar ne de Yüce Allah katında bir değeri olmayacağını unutmayalım. Hayat mücadelemizi, günah ve isyanın kolay yoluna değil, iyilik ve doğruluğun zor ve sarp yoluna[4] girerek sürdürme gayreti içerisinde olalım.
DITIB Hutbe Komisyonu
[1] Beled, 90/4.
[2] El-Askalânî, El-Münebbihât, 4.
[3] Şems, 91/7-9.
[4] Beled, 90/11-18.