Değerli Mü’minler!
Yüce Allah’ın mahlûkatın en şereflisi olarak yarattığı ve imtihan için dünyaya gönderdiği insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey huzur, güven ve mutluluktur. Bu huzur ve güven de ancak ve ancak mensubu olduğumuz yüce dinimizin emir ve tavsiyelerine uymakla elde edilir. Zaten İslam kelimesinde de huzur, barış ve selâmet manası vardır.
Değerli Mü’minler!
Bireysel ve toplumsal huzurumuza tesir eden; insan olarak davranışlarımız üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler bırakan çok farklı duygusal özelliklerimiz bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de öfkedir. Yaratılışımızda var olan bu duygunun elbette tamamen yok edilmesi mümkün değildir. Ama mutlaka kontrol edilmesi gerekir. Dinî terbiye alan ve Kur’ân ahlakı ile ahlaklanan bir müslümanın öfkesine hâkim olmayı, sabretmeyi ve teenni ile hareket etmeyi bilmesi gerekir. Zira aile münakaşalarının, huzursuzlukların ve şiddetin çoğu öfkenin sonucudur. Öfke, öyle bir hastalıktır ki; ne eşler arasında, ne evlat ile ana-baba arasında, ne akrabalar, ne arkadaşlar ve ne de komşular arasında huzur bırakır. Hızla yayılan bir virüs gibi bütün organlara yayılarak sevgi bağlarını koparır, insanlar arasında bir gerginlik, soğukluk ve nefret oluşturur, telâfisi zor zararlar meydana getirir, yuvalar yıkılır, yavruları yetim, eşleri dul bırakır. Atalarımız ne güzel söylemişler: “Öfkeyle kalkan zararla oturur.”
Kıymetli Mü’minler!
Şiddeti ve öfkeyi bir kahramanlık olarak göstermek doğru değildir. Çünkü güçlü ve kendine güvenen insanlar daima sakin; zayıf ve aciz olanlar ise öfkeye meyillidir. O halde sevgi bağlarımızı koparan, bize dünya ve ahirette pişman olabileceğimiz şeyleri yaptıran ve toplumda huzur bırakmayan bu hastalığa karşı ne yapmalıyız? Her şeyden önce bir imtihanda olduğumuzu unutmadan öfkeyi, asabiyeti önleyecek ve de kontrol edecek en büyük mekanizma olan sabrı harekete geçirmeliyiz. Yüce Kur’an’da yer alan “Her kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, takdir edilmeye değer işlerdendir.”[1] âyeti öfkeyi yenmenin ve sabretmenin büyük bir takvâ eseri olduğuna işaret etmektedir.
Değerli Kardeşlerim!
Hz. Ömer (ra), kendisine haksız yere hakaret eden birine; “Vallahi elimle de, dilimle de sana karşılık verebilecek durumdayım. Ama ben müslüman oldum, eskisi gibi her aklıma geleni söyleyemem, her aklıma geleni de yapamam. Çünkü ben Allah’a ve âhiret gününe inandım ve hesap vereceğimi biliyorum. Böyle olmasaydı işler farklı olurdu.”[2] şeklinde cevap vererek öfke kontrolünün en güzel örneklerinden birini vermiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de; haklı bile olsa öfkeden ve kavgadan uzak durmanın karşılığının ancak cennet olacağını müjdelemiştir. Müslüman olmadan önce öfkeli ve hırçın bir ahlâkı olan Hz. Ömer’i İslamiyet; son derece sabırlı, affedici, merhametli ve adaletli bir hale getirdiyse, biz de inancımızın ahlakımıza ne derece etki ettiği üzerinde iyi düşünmeliyiz.
Kardeşlerim!
Öfkenin kendisi, kötü bir hastalık olması yanında birçok kötülüğün de sebebidir. Kavga, küslük, kin, intikam, gıybet, ayıplama, kötü söz ve hareketlere sebep olduğu gibi bütün insanî ve ahlâkî ilişkileri de bitirir, dostluğu ve güveni yok eder. O halde bu öfke ateşini sabır suyuyla söndürmeliyiz. Dua ve iltica ile Yüce Allah’a yalvararak yardım talep etmeliyiz. Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde övülen ve cennetle müjdelenenlerin, öfkesini yenen ve affetmeyi tercih eden kimseler olduğunu unutmamalıyız.
Hutbemi, Âl-i İmrân Suresi’nin okuduğum 134. âyetinin meâliyle bitirmek istiyorum: “O (mü’minler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler. Onlar öfkelerini yenen ve insanları affeden kimselerdir. Çünkü Allah, iyilikle hareket edenleri sever.”
DİTİB Hutbe Komisyonu
[1] Şûrâ, 42/43.
[2] İbn Mâce, Zühd, 18; İbn Hanbel, I, 327, II, 128.