Aziz Kardeşlerim!
Okumuş olduğum ayet-i kerimede insanın yaratılış hikayesi şöyle anlaşılmaktadır: “Hani Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar "Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?" dediler. Allah ise "Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.”[1]
Ayet-i kerimede ifade edildiği gibi, Âdem (a.s.) yaratılıncaya kadar melekler Yüce Allah’a en güzel şekilde ibadet ediyor ve O’nu hamd ve tesbih ederek anıyorlardı. Ancak Yüce Allah, akıl sayesinde hakikati kavrama gücüne sahip olan bir varlık olarak insanı yaratmış ve Rabbine kulluğu iradesiyle tercih ederek kendisini yücelten insanı, diğer tüm yaratılmışlardan daha üstün, daha şerefli ve daha değerli kılmıştır.
Kıymetli Müminler!
Kendisine verilen akıl ve irade sebebiyle meleklerin bile gıpta edeceği üstün bir konuma yerleşen insan yeryüzünde başıboş bırakılmamış[2], vazifesi “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[3] ayetiyle açıkça bildirilmiştir. Yeryüzündeki halifeliği, iman ve salih amel şartına bağlanan insan, Allah’ın halifesi olmakla, hem Rabb’ine hem de tüm kâinata karşı ağır bir sorumluluk ve yükümlülük altına girmiştir.[4] Allah’ın kendisine verdiği yeteneklerle bu emaneti layıkıyla taşıyacak yetkinliğe sahip olan ve fıtratına sadık kaldığı sürece bu vazifesini başarabilecek olan insan, kendisine verilen imkân ve nimetlerin Allah’ın mülkü olduğunu, bir amaca ve şarta bağlı olarak kendisine emanet edildiğini, bunları sahibinin irade ve rızâsına uygun bir şekilde tasarruf etmekle yükümlü bulunduğunu bilerek yaşamak ve davranışlarını düzenlemekle mükellef kılınmıştır.
Kardeşlerim!
İnsanın hayat serüveninde yer alan diğer bir varlık da şeytandır. Melekler, Yüce Allah’ın “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.”[5] buyruğu ile Hz. Âdem’e gerekli saygı ve tazimi göstermişlerdir. Ancak Şeytan, kendisinin insandan daha üstün olduğunu iddia ederek itiraz etmiş; onun bu itirazı, ilahî huzurdan kovularak kıyamete kadar insanoğluna düşman olması ile neticelenmiştir. O artık, insanı “ahsen-i takvim” olma vasıflarından uzaklaştırmayı ve “esfel-i safilin” olarak ifade edilen aşağıların aşağısı bir konuma indirmeyi kendisine vazife edinmiştir.
İnsanın, cahil, zalim, kan dökücü, bozguncu, sabırsız, tamahkâr, cimri, hırslarına yenik ve nankör olması gibi nitelikleri, şeytan için cazip bir görünüm arz etmektedir. Ancak insan, şeytanın aldatıcı telkinlerine ve tuzaklarına kapılmamak için gayret sarf etmeli ve yaratılış amacını unutmamalıdır. Çünkü yaratılış gayesinden uzaklaşan veya onu kaybeden insan, kendisini yaratılmışların en mükemmeli kılabilecek imkânları kötüye kullanarak ahlakını ve değerini kaybetmektedir. Hatta daha da ileri giderek, kötülük yapmayı meleke hâline getirmekte ve sadece canlılık vasfı taşıyan alçalmış bir varlığa dönüşebilmektedir.[6]
Muhterem Kardeşlerim!
Mümin her daim, Allah ile olan sözleşmesine bağlı kalarak kulluk görevini layıkıyla yerine getirme gayreti içinde olmalıdır. Bu amaç, insanın yeryüzünde varoluşunu anlamlandırır; boşluktan, başıboşluktan, değer kaybından kurtarır. Hayatı disipline eder. Her nefesin, her anın kıymetini bilmeyi, vakti değerlendirebilmeyi öğretir. İnsanın kendisiyle, eşya ile ve Rabbiyle ilişkisini düzene koyar. Kendinin ve varlığın değerli olduğunu kişiye hissettirir. Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu önceleyerek insanlara ve tüm varlığa faydalı olmanın gayretiyle yaşamanın getirisi, kalbimize huzur, ömrümüze bereket, ailemize saadet olarak yansıyacaktır.
Bilmeliyiz ki insan, Rabbine karşı sorumluluklarını kendi anladığı şekilde değil, Rabbinin kendisinden istediği şekilde samimiyetle yerine getirdiği takdirde, kendini inşa ve yeryüzünü imar etme vazifesini gerçekleştirebilecek ve ifsada uğramış değerleri ıslah edilebilecektir.
DİTİB Hutbe Komisyonu
[1] Bakara Suresi, 2/30
[2] Kıyamet Suresi, 75/36
[3] Zâriyât Suresi, 51/56
[4] Ahzâb Suresi, 33/72
[5] Bakara Suresi, 2/30
[6] Kur’an Yolu Tefsiri 5/648