Susmak unutmak değildir, bilakis hatırlamaktır!
Saime Genç 4 yaşında, Hülya Genç 9 yaşında, Gülüstan Öztürk 12 yaşında, Hatice Genç 18 yaşında, Gürsün İnce 27 yaşında... Bunların hepsi 29 Mayıs 1993 tarihinde Solingen’de kundaklanan evlerinde hayatlarını kaybettiler, katledildiler… 20 yıl sonra tek tek adlarının başta zikredilmesi gerekiyordu.... Kurbanları saygıyla anıyor, anılarını yadediyoruz… Onları tanımayanlar için bu pek kolay olmayabilir… Yakınları ve geride kalanları için ise çok daha zor… Solingen’de yaşanan olayın, 20 yıllık zaman zarfı içerisinde insanlık düşmanlığının ve ırkçılığın simgesi haline gelmesi de zor… Bugün kurbanları, anma töreninde böyle bir simge olarak değil, onları kendi yaşadıklarıyla görmemiz gerekmez mi? Bizim onlara karşı vazifemiz, insanı ya da insanları olduğu gibi görmek, olayları değil… Zaten Solingen olayını, sırf taşıdığı boyut nedeniyle olaya, dolayısıyla da olayın cezasını çoktan çekmiş ve tekrar serbest kalmış faillerine gereksiz önem yüklediğinden ötürü de hain olay türleri arasında zikretmek mümkün.
Oysa ön planda olması gerekenler ise kurbanlar, kurban yakınları ve anma töreninin ta kendisi… Anmanın en iyi yoluysa susmaktır. Bunu, „susmayı“ ifade ederken dilimizin bile bizi sınırladığını, „susmaya“ zorladığını görürüz, zira „susmayı“ ifade eden bir başka kelime de yok… Anma niyetiyle susmak ise, çok onurlu bir susmaktır, zira meşgul eden düşünceleri devre dışı bırakıp tamamiyle anılanlara odaklar insanı: Saime, Gülüstan, Hatice, Gürsun! Ne kadar da güzel isimler… Dualarla onların ruhlarını yad ediyoruz…
Anılarını taze tuttukça, olayın vahameti daha da anlaşılacaktır. Yaşanan kaybın boyutunu, her bir kurbanı bilinmezlikten kurtarıp anılarını taze tutmakla ancak kavramak mümkün olacaktır. Bugün, cinayetin yaşandığı yerde, bir zamanlar bir ailenin evinin bulunduğu yerde dikilmiş olan ağaçlar ve yerleştirilmiş olan anı levhası, bu olayı ve bu olaydaki kaybın boyutunu en uygun bir şekilde sembolize etmektedir.
Olaylar karşısında susmamak lazım!
Susmak bizim dilimizde çoğu zaman yadırganmıştır. Zira susmak, kötü şeyleri de onaylamak demektir. Susmak, unutmak demektir. Ancak burada „susmak“ deyince, kurbanların anısına susmayı kastetmiyoruz. Burada olaylar ve failler karşısında susmayı kastediyoruz. Aslında bunun için başka bir kelime bulmak gerekiyor. Konuşmamak mı desek? Tepki göstermemek mi? Haykırmamak mı? Zira bu kabil olaylar karşısında gösterdiğimiz tepkiler ne kadar sesli olsa yeridir, zira ses getirmelidir! Böyle durumlar karşısında susmak kadar yanlış bir şey olamaz!
Beş insanın kurban gittiği bu cinayetin 20. yıl dönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde, bir 20 yıl daha bu olayı konuşacak, haykıracak durumda olmalıyız. Zira bu olaya yol açan insanlık düşmanlığı, ırkçılık ve kışkırtmalar halen devam etmektedir. Aslında kurbanlar insan oldukları gibi, böyle olaylara zemin hazırlayanlar da insandır. Onlar bilinmeyen, mechul bir şey değil, bizatihi sorumluk taşıyan varlıklardır.
Irkçılık, aşırılık ve dışlamaya karşı mücadelenin toplumun tümü üzerine düşen bir vazife olduğu genelde söylenmektedir. Bu da çok doğru bir söylemdir. Ancak burada bir noktaya dikkat çekmekte fayda var. „Toplumun tümü“ ya da „tüm toplum“ kavramı bizi yanıltmasın, gaflete düşürüp bizleri, kendimizi bu „tüm toplum“ içerisinde anonim ve bu cümleden kayıtsız kalabileceğimiz düşüncesine sürüklemesin. „Tüm toplum” dediğimiz oluşum sadece benden oluşmuyor ki! Ve bu “tüm toplum” dediğimiz birşeyler yapıyorsa, benim yaptığımın/yapacağımın burada zaten çok da fazla bir önemi yok, ben birşey yapmasam da olur düşüncesi asla kabul edilir bir tutum değildir. ‚Tüm toplum‘ gibi iddiali bir ifadeyi kullanan, grupları, görevleri, meslekleri, gerektiğinde isimleri bir bir saymalı. Sözü geçen, nüfuz sahibi, birşeyler yapabilecek durumda olup, vazifelerini yapmayanları saymalı...
Bugün geride bıraktığımız 20 yıla bakıyoruz. Hatta Mölln kurbanlarını da sayarsak, daha da geriye gitmemiz gerekiyor. Ve görüyoruz ki, zulüm ve acımasızlık bitmemiş! Bitmemiş NSU terörü! Bitmemiş sokaklarda nazi çizmeleriyle cirit atanlar! Bulvarlarda ve internette gezen provokatörler bitmemiş! Toplumun ortasına sinsice yerleşen ayrımcılık ve insan düşmanlığı bitmemiş! Toplumumuzda insanı hiçe sayan zihniyet, yıldan yıla, adım adım yayılmakta. Önceden mülteciler ülkeyi istila ediyordu, Almanya git gide yabancılaşıyordu. Günümüzde ise kavram, yer ve metodlar değiştiği gibi, buna bir de İslam ve Müslüman düşmanlığı eklendi. Gözümüzün önünde olup bittiği halde fark edilemeyen olaylara örnek olarak, insanı hiçe sayan NSU terörünü gösterebiliriz. Bu olaylar gerçekten yaşandı. Günümüzde yine hepimizin gözü önünde ama fark edilmeden zihinlere ayrımcı zihniyet sirayet etmekte. „Kendinizi kullandırmayın!“, diğer taraftan „Irkçılık ve ayrımcılık karşısında da suskun kalmayın!“ diye haykırası geliyor insanın…
Ancak bugün, olaydan 20 yıl sonra şöyle birşey de diyesi geliyor insanın: „Sessiz olun! Bir an için bile olsa biraz susun! Saime için, Hülya için, Gülüstan için, Hatice ve Gürsün için!“ Ruhları şad olsun. Solingen’de hayatlarını kaybedenleri ve geride bıraktıkları yakınlarını saygıyla anıyoruz!
DİTİB Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Bürosu – Ayrımcılığı/Şiddeti Bildir - websitesi artık online hizmete girmiştir.
Birşeyler yapmalıyız. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), 20 yıl önce Solingen saldırısında hayatlarını kaybedenlerin anısına, ayrımcılık ve şiddete maruz kalanlara, başlarına gelenleri bizlere bildirip, böylelikle hiç değilse olayın unutulmamasına karşı birşeyler yapabilecekleri bir imkan sunmak için bir internet sitesi hazırladı. Irkçılık ya da şiddet olaylarına maruz kalan herkes, başından geçen olayı bu site üzerinden bizlere bildirebilir. Hiçbir mağdur unutulmamalı. Günlük hayatımızda yaşadığımız ayrımcılık ve hakaretler de yaralıyor insanı ve iç dünyamızda açılan yaralar en az dıştaki yaralar kadar ağır olabiliyor. Her olay kaydetmeye değer, zira her olayın arkasında bir kurban yani bir insan var!
http://www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de/