Dr. Bekir Alboğa'nın İslam Konferansı Genel Kurulu'nda Yapmış Olduğu Konuşma

Sayın Bakan,
Sayın hanımefendiler ve beyefendiler,

Alman İslam Konferansının  ikinci dönemi artık sona ermektedir. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Yönetim Kurulu üyesi olarak, 2010 yılından bu yana devam eden bu süreçte rol alan tüm aktörlerin çalışmalarını takdir etmek istiyorum. Birlik ve beraberliği teşvik etmek ve toplumsal dayanışmayı sağlamak amacıyla Alman devleti temsilcileri ile Almanya Müslümanları arasında devam eden bu diyalog sürecinin ağır ilerlediği düşünülüyor olabilir. Ancak, İslam Konferansının  bu ikinci turunda az da olsa bir hareketlilik sağlanmıştır.

Burada ağırlıklı olarak görüşülen üç konu başlığına değinmek istiyorum:  kurumsallaştırılmş kooperasyon,  erkek ve kadın arasındaki eşitlik,önleyici çalışmalar.

Devlet ile Müslümanlar arasında kurumsallaştırılmş kooperasyon noktasına baktığımızda, burada bazı eyaletlerde dini cemaat olarak tam tanınma yolunda “devlet anlaşması” şeklinde anlaşmalar yapıldığını görüyoruz. Yapılan bu anlaşmalarla diğer dini cemaatlerle her noktada eşit haklara sahip olunmadıysa bile, atılan bu adımla ciddi bir hareketlilik sağlanmıştır.

Örneğin, İslam ilahiyatı kürsülerinin kurulması, İslam din dersi verecek olan öğretmenlerin yetiştirilmesi ve bunun için gerekli olan işbirliğinin de sağlanılmış olması,eyaletler bazında hayli bir hareketlilik sağlamıştır. Müslümanların temsilcileri burada danışma kurullarında oturup, bunun için çeşitli platformlarda devlet temsilcileriyle biraraya gelerek istişare yapmaktadırlar. Ancak burada da halen bazı eksiklikler yaşanmaktadır. Müslümanların dini meselelerdeki yetki alanını gerçekten de tamamiyle Müslümanlara bırakma konusunda devlet kurum ve kuruluşların çoğu zaman bir tereddüdü olduğu gözlemlenebilmektedir.  Müslümanların tanınmış olan yetki alanlarına karışılması ve tanınan bu yetkiye, özellikle personel seçiminde, tam anlamıyla güveniliyor olmaması, kalite geliştirme noktasında her zaman yardımcı olamayabilir.

Devlet ile Müslümanlar arasında kurumsallaşmış bir kooperasyonun tesis edilmesi bağlamında din görevlilerinin hizmet içi eğitimden geçirilmesi ve özellikle yetiştirilmesi konusunda, üniversitelerin buralarda imam yetiştirildiği şeklindeki açıklamalarına oldukça temkinli yaklaşmaktayız.

Almanya’da yetişen din görevlilerin camilerde ve diğer alanlarda uyuma katkı sağlayacakları şeklinde beklentilerin olmasını anlayabiliyoruz. İlk etapta üniversitlerde İslam ilahiyatında sağlam bir eğitim ve öğretime ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu ilahiyatlar, bilimselliğiyle diğer alanlarla yarışabilmeli ve aynı zamanda çeşitli bilim alanlarının iç ve dış perspektiflerini de yansıtabilmelidir. Böylelikle buradan devam etmek üzere gerekli altyapı çalışması yapılmış, temeller atılmış olur. İslam ilahiyatından eğer pratik çalışma alanları için tam teşekküllü bir eğitim bekleniyorsa, bu ilahiyatlara kalitesinden ödün vermemesi adına çok da fazla yüklenmemek gerekmektedir. Hepimiz İslam ilahıyatından beklediğimiz pratik neticeler konusundaki  sabırsızlığımızı biraz dizginlemeli ve Almanya için İslam ilahiyatı alanında gerçek bir yetkinlik geliştirmesi için ihtiyaç duyduğu zamanı tanımalıyız.

İslam Konferansının ikinci çalışma alanına, yani erkek ve kadınlar arasındaki eşitlik ve bunu ortak bir değer olarak yaşama noktasına gelince, bu alanın daha zor olduğunu görüyoruz. Erkek ve kız çocuklarına, erkek ve kadınlara şiddet ve zorlamanın uygulanması insanın özel tutumu ve davranışıyla derinden ilgili olan bir konudur. İnsan ne zaman öğrenir ve ne zaman davranışlarını değiştirirse o zaman herkes gerekli saygınlık içerisinde birlikte yaşayabilir. Bu sadece her bir ferdin değil, aynı zamanda da pedagoji, eğitim ve din eğitiminin ilgilenmesi gereken bir  meseledir. 

İslam Konferansı, özellikle Müslüman kadınların haklarını nasıl daha iyi öğrenecekleri ve bunları nasıl daha iyi talep edebilecekleri konusuna da eğilmektedir. Bu sadece özel ve aile alanıyla kısıtlı kalmayıp çalışma sahasına, işgücü piyasasına girebilme yollarını da  kapsamaktadır. Kamu alanına bu konuda özel bir rol düşmektedir, zira buradan çıkan sinyaller önemlidir. Federal, eyalet ve belediyeler düzeyinde uzun zamandır genelde göçmen ve özelde Müslüman kadınları istihdam etme, istihdam için kazanma konusunda çabaların olduğunu görüyoruz. 

Sayın hanımefendiler ve beyefendiler,
Çeşitlilik bir şanstır. Çeşitliliği ve çoğulculuğu bir şans olarak görme anlayışı ise konu başörtülü kadınlara gelince iflas etmemelidir. Başörtüsü yasağı olmayan eyaletlerdeki tecrübeler oldukça  olumlu olsa da, diğerlerinde başörtülü kadınların sınıflardan men edilmesi genel geçer bir uygulamadır.

Bu kötü sinyal etkisi ise sadece devlet kurum ve kuruluşları için sözkonusu değildir. Bir inşaat kontrol dairesinin, muhtarlıkların ya da iş ve işçi bulma kurumlarının, iyi eğitim almış başörtülü Müslüman kadınları işe almamak için hangi saik ve nedenleri olabilir ki? Bu noktada, Almanya çapındaki devlet kurum ve kuruluşlarını, iyi örnek olma ve başvuruları kişisel ve mesleki yetilere göre değerlendirme konusunda cesaretlendirebiliriz. Zira iş piyasası ancak bu şekilde sürdürülebilir bir şekilde açılabilir.

Üçüncü çalışma alanı ise aşırılık (ekstremizm), radikalleşme ve toplumsal kutuplaşmanın önlenmesiyle ilgiliydi. Burada İslam Konferansını, yapılan ısrarlar sonucunda İslam ve Müslüman düşmanlığı konusuna dikkat çekebildiği  için ne kadar övsek azdır. 

İslam Konferansının geçen sene Aralık ayında düzenlediği “Müslüman düşmanlığı” konulu çalışma grubu,  İslam eleştirisi ile İslam düşmanlığının arasındaki sınırın ne kadar geçişken olduğunu gözler önüne sermiştir. İslam eleştirisi kisvesi altında özellikle internet ortamında toplumu kışkırtan bir sürü grup bulunmaktadır. Bu geçişkenlik için iki örnek verelim:  Birincisi, geniş okuyucu kitlesi olan aşırı sağ, ırkçı bir internet sayfasının anayasayı koruma dairesi tarafından yasaklanması. Bir diğer örnek ise Sarrazin hakkında BM Irkçılıkla Mücadele Komisyonu CERD’nin verdiği karar ve yaptığı kınamayı gösterebiliriz.

İnternet sayfaları ve münferid aktörler, sözde hukuk devleti ve ifade özgürlüğüne sığınarak aynı taktikle hareket ediyor, insan haklarını savunduklarını öne sürerek toplumu  Müslümanlara karşı kışkırtıyorlar. Böylelikle bu aktörler Truva atı misali toplumun arasına giriyor ve bunun da hiçbir şekilde önüne geçilemiyor.

Bu gibi örnekler de bize, Müslümanların mağdur rolüne bürünerek eleştiriyi, kışkırtma yapıldığı şeklinde abarttıkları iddiasını reddedebileceğimizi göstermektedir. Hatta bunun tam tersi sözkonusudur. Bu tür davranışlar ırkçılık olarak tanımlanamadığı için yaptırım da uygulanamamaktadır.

Sayın hanımefendiler ve beyefendiler,
İslam Konferansı nasıl devam edecek? Zaman zaman Müslümanların mahalli ve eyalet bazında katılımlarının gerçekleşmediğini gördük. Bunları aradık. İslam Konferansının olası bir üçüncü turu için bu nedenle içerik ve katılım konusunda değişikliklerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Değişim sürecinin, eğer sürdürülebilir ve ileriye yönelik olması isteniyorsa güven ve birlik- beraberliğe de yer verilmeli ki ihtiyaç duyulan “toplumsal birleştiriciyi” oluştursun. Ayırıştıranı vurgulamak yerine, olumlu bir dahil etmeyi gerçekleştirebilen bir İslam Konferansının algılanma ve geliştirme potansiyeli çok daha fazla olacaktır.

Güvenlik bu anlamda (olumlu anlamıyla) garanti, kefil olma, hak hukuk, hak sahibi olma ve eman, kısacası güven ve umut anlamına gelecektir.

Güveniniz ve dinlediğiniz için teşekkür ederim!
2013-05-07    

Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.

Cookies erleichtern die Bereitstellung unserer Dienste. Mit der Nutzung unserer Dienste erklären Sie sich damit einverstanden, dass wir Cookies verwenden.

We also use analytics & advertising services. To opt-out click for more information.